Devletine elli yıldır kesintisiz; vezirlik, valilik, mimarlık yaparak hizmet etti. Fetret devrinin bütün acılarını beraber yaşadığı Sultan Mehmed'le yakinen çalışmıştı. Bursa, Karamanoğlu İkinci Mehmet tarafından kuşatılınca, kendisi nasıl dirayetle ve yiğitçe Bursa'yı koruduğuna dair, Sultan Mehmed'in berat ve takdirlerini, iltifatlarını, Yeşil Cami ve türbenin inşatındaki gayretleri ve sonrasında ortaya çıkan harikulade eser karşısında sunulan hediyeleri ve her zaman kendisine, "Dede ve baba yadigarı" deyip iltifat almıştır.
Çelebi Mehmed'in ölümüne çok üzülmüştür.Yaşlanınca onun da yaşıtları gibi artık gözleri az görüyor ve en önemlisi o da, "Kenara itildiğini" düşünüyordu. Torunu yaşındaki "çok genç" Murad'ın sultanlığına itirazı yoktu; ama acemiliğine de alışamıyordu. O; yapılanları bilmiyor, görmüyor ve kendisini tanımıyordu. Etrafı; kendilerini dinleten yeni paşalarla, beylerle doluydu. Genç sultan her şeyi onların gözüyle görüyor, onların anlattığıyla biliyordu. Sarayın, ordunun bütün idaresi, yönlendirilmesi onların elindeydi.
Hacı ivaz Paşa (Başta Çandarlı İbrahim Paşa olmak üzere) o paşaları sevmiyordu. Çelebi Mehmed Sultan'ıyla uykusuz geceler, at sırtında günler boyu seferler, savaşlar yaptıkları zaman o paşalar ortalarda yoktu. Ya da yeni yetişiyorlardı. Şimdiyse; hazır devlet, ordu, saray bulmuşlar, her şeyi ele almışlardı. Onlar da ivaz Paşa'yı sevmiyorlardı. "Zamanı geçmiş, dik kafalı" buluyorlardı. Aralarında söz gelip gidiyor, onlarla araları açılıyordu.
Murad'ın etrafındaki paşalar, yaptığı eserleri ve hizmetleri değil de, ivaz Paşa'nın, "Yeşil Cami'nin kapısının sağındaki kitabeye adını yazdırması, Sultan Murad'a saygısızlık olarak anlatıyorlardı. Sonunda, 1427'de gözlerine mil çekilmesine ve Tokat'a sürgüne gönderilmesine sebeb oldular. O, çalışkan adam, Tokat'ta da adına bir cami ve medrese yaptırmıştı. Sonra Murad kendisini tekrar Bursa'ya çağırdı. 1428 yılı sonunda Bursa'da vebadan öldü. Bursa'ya gömüldü. Bu olay o zaman çok konuşuldu Bursa'da, Hatta Murad'ın Edirne'ye gitmesini buna bağlayanlar bile oluyordu.
Evliya Çelebi, olayın başka bir yönünü yüzyıllar sonra seyahatnamesinde anlattı.
Bazen Hacı ivaz Paşa'yı anlatsam, üç şanlı satanın dönemlerinde yaşananları, ivaz Paşa'nın duyduğu ve gördüklerini yazsam kocaman bir roman olurdu, diye geçiririm aklımdan. Romanın sonunda da, "Bunca hizmetleri olan bir vezr paşanın, ayartılan genç bir sultan tarafından gözlerine mil çektirilerek nasıl bir kenara atıldığını." anlatsaydım ve "İnsanın olduğu yerde; çekememezliğin, yapılan hizmetlere nankörlüğün, ihanetin olacağını; yapılanları insanlar anlamasa da Kiramen Kâribin'in ve tarihin yazdığını." söyleseydim. Paşalar anlaşamasa, hatta çatışsa, savaşsalar bile Devlet denen gemi yürüyordu. Çünki çok büyük bir millet vardı. Bu büyük milleti Allah daima bir devletie şereflendiriyor ya da şekillendiriyordu. Büyük bir nehir gibi akıtmaya devam ediyordu.