Bursa Tarihi
Bursa ve Çevresi
Bursa'da Tarihi Yapılar
Bursa'ya Dair
Bursa'da Ünlü İnsanlar
Bursa Müzeleri
Bursaspor
Bursa Doğal Güzellikler
Uludağ ve Dağ Turizmi
Bursa Kaplıcaları ve Termal Turizm

BURSA'DA ÜNLÜ İNSANLAR | ÜFTADE HAZRETLERI

Ulu Cami'de asırlar boyu nur yüzlü ve bülbül sesli yüzlerce müezzin hizmet etti. Ancak birinin adı unutulmadı. Yaşadığı çağda Bursa halkı üzerinde çok müessir olan ve Bursa tarihine geçen Mehmed Muhyiddin. Fahrî; yani ücretsiz müezzinlik yaptığı yıllarda halk O'nun ezanını dinlemek için vaktinden önce toplanırdı. Hatta uzak illerden bile O'nu dinlemeye ve görmeye gelirlerdi. Mütevazı, yüzü yerde, sade; bir o kadar da vakurdu. 

      1490 yılında Bursa'da doğan Mehmet Muhyiddin ilk tahsilini ve tasavvufı neşveyi, Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun için yaptırdığı Selçuk Hatun Camiî (Bursada aynı ismi taşıyan mahallede ibadete açıktır.) İmamı Müslihiddin Efendi'den aldı. Halk arasında bu zatın keşif ve kerametleri çok anlatılırdı. Çocuk Muhyiddin bu ortamda büyüdü. Abdal Mehmet denen cezbeli bir velîden etkilenerek saçlarını uzatarak taklid eden Muhyiddin, bu zat gibi Gökdere Semti'ndeki Cenk Kaya'sının üzerine çıkar saçlarını öne doğru dağıtarak zikir ve tefekkür ederdi. Bazıları bunu Arap, İran, Hind ve Rum illerini keşfediyor diye yorumlardı. Hacı Bayram Velî'nin 1429 da ölümü ile halifesi olan Akbıyık'tan icazet alan Hızır Dede'nin hizmetine girdi. Ondan çok hâl dersi aldı.

      Uzun zaman meccanen (ücretsiz) yaptığı müezzinlik hizmetleri için mütevelli heyet, kendisine bir maaş verilmesini kararlaştırır. Muhyiddin Efendi, maaşı kabul ettiği için kendisine uyarı saydığı bir rüyada, "Makamınızdan üftade oldunuz, (indiniz)" denmesi üzerine tevazuundan kendisine "Üftade" dedirtmeye başladı. Aslında bu tavrıyla hayatı boyunca alçak gönüllülüğün zirvelerine çıkıp, bence hem Hakk'ın hem de halkın indinde tekrar makamat-ı âliye sahibi oldu. Yaşadığı dönemde pekçok sıradışı hadiseler oldu. Halkın içinde en itibarlı velîlerden kabul edildi. Kendisini sevmeyen, O'na tabi olmayan Bursalı yok gibiydi. Onlarca kerametleri, olağanüstü hâlleri anlatılıyordu; taş kubbeler ve yeşil çınarların altındaki sohbetlerde.

      Otuzlu yaşlarına geldiğinde, diğer sofilerden farklı olarak halkın içinde bir insan olarak insanlarla arasına mesafe koymadan yaşamasıyla tanındı. Sığ görünürdü; fakat yakından tanıyanlar ondaki derinliği, imanı, yakîni görünce artık O'nun yanında gayrı ihtiyarî, edepten nefes bile almadan öyle saygıyla dururdu. Doğanbey Mescidi'nde, Kayhan ve Namazgah Camileri'nde vaaz ve ders veriyordu. Daha sonra Emir Sultan Camiî'nde hatipliğe devam etti. Her daim riyazat yapıyordu. Günlerce oruç tutar; orucunu bir kuru ekmekle ve suyla açardı. Gençliği böyle geçti. Bu riyazatı sebebiyle çok keşfiyata, keramete, sırlara erdiği konuşuluyordu. Halk arasında hizmet etmeye, "Celvetiye" deniyordu. Anadolu'dan çıkan Bayramîye, Mevlevîye tarikatiarı gibi Bursa'dan yeni bir tasavvuf yolu yani tarikat çıkmıştı. İstanbul'da Rumeli'de yüzbinlerce insan tarafından hayat şekli olarak kabul görmüştü. Kadı naibi Mahmud, kendisini olgun yaşlarında iken Kayhan Camiî'nde dinlemişti.

     Üftade Hazretleri Ulu Cami'nin kıymetini çok iyi biliyordi. Çocukluk ve gençliğinde başka işi yoksa bütün zamanını Cami-i Kebir'in içinde geçirirdi. Ya zikirle, Kur'an okumayla, ya şakirtlerine bir konu anlatmayla geçerdi zamanı. Uzaktan gelmiş ziyaretçilerine ilgi gösterir, onları ağırlar ya da ağırlatırdı. Denildiğinden beri, yüzbinlerce insanın okuyup söylediği"Ey Cami-i Kebir (büyük cami) ya da büyüklerin toplandığı yer, seni gece ve gündüz ziyaret edenlere müjdeler olsun." sözü daha sonra o kadar sevildi ve kabul gördü ki güzel bir hat ile yazılıp levha halinde asıldı.